22 Ağustos 2009 Cumartesi

İnsanları Seveceksin Karls Klark; Üçüncü yazı

Hindistan,1997, foto by,Tekin SonMez

Değerli İzleyici,

Edebiyat ses istemez, diyerek BenAras romanından üçüncü bir parça daha yayınlıyorum. Yazınsal metinlerle yakın ilişki çetin bir yoldur. Kolay olmasa da, Türkçe okur/yazarlar için zorunlu yoldur. Bu nedenle sırası geldikçe öykü türlerinden örnekler sunacak, yazılım süreçlerinde yaşanan arkaplan verilerine değineceğim. Önceki fotoğraflar olduğu gibi burada sunulan da bu romanın yazıldığı günlerde, bu romanın yazarı tarafından çekilmiş fotoğraftır. Romanının taşıyıcı kişisi, Karls Klark bu kez yeni bir parça ile romanın taşıyıcı öteki temel kişisi Don Carlos Leo Wollf Berlocini'yi ilk karşılaştıkları günün akışı içinde tanıtıyor. T.S.

"Karls Klark, orada bunları zihninden çok hızlı geçirirken, konaklayacağı yer hakkında herhangi bir fikre sahip olmayışını hatırladı. Postacı Juhanna’nın koşturmaca telaşı sırasında, rehber kitaba şöyle bir göz attığı doğruydu. Fakat seyyahlığa çıkacağım diye kimselere verdiği söz yoktu. Bir düşünce yoksa, konaklama hakkında ön fikir talebi de olmayacaktı.. Buralarda takıldığı bir nokta görmeyince duruldu..Şimdi elindeki kitabın sayfalarını çeviriyordu yine de. Ciddiye almadığı Tourist Camp önerisiyle birlikte, New Delhi bölümünü buldu.

"İlk satırları okumamıştı ki, Ben Bond ile Juhanna arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri anımsadı. Tarih meraklısı Nathan Bey de canlandı zihninde. Gerçekte, Postacı Juhanna diye birisi yoktu belki de! Fakat tanış Ben Bond, pekala bu rolü, iyi bir makyajla oynayabilecekti! Hayır, kuşkulanmanın bu kadarı fazladır diye mırıldanarak rehberdeki New Delhi bölümüne döndü.

"Yabancı gezgin ile kent merkezine birlikte gitme fikri fena değil, diye usundan geçirdi. Kalacakları yer, otel.. Yolları orada ayrılırmış! Ayrılsınmış! Ne çıkarmış bundan?

"Kaldı ki, içinde bulunduğu anın nesnel gerçekliği, sahihliği konusunda da tam, güvenilir bir duyuma sahip değildi. Evet, henüz değilmiş! Gerçek sandığı yanılsama ile bir düş akıntısında sürüklenip gitmesi de pekala mümkünmüş! Eğer durum böyle ise, Berlin’e geri dönüş; buradan gideceği uğraklar, Karls Klark’ın iradesine göre düzenlenmeyecekmiş nasıl olsa!

"Arada sırada kendi hayallerine bizzat el atsa egemen olsa bile, irade’nin anlamı yokmuş bu durumda! Pek sempatik bir çehreyle sokulup konuşan seyyah, tanış olsaymış fazla düşünmeyecekmiş!

Üstelik bu seyyah muy bien, se, okay gibi bir şeyleri yeğin yeğin tekrarlarken, Karls Klark’ın, evet hayır no, yes türünden yanıtını beklemez görünerek, para bozdurulan yerlere koşmuştu!

"Üstelik bu seyyah muy bien, se okay gibi bir şeyleri yeğin yeğin tekrarlarken, Karls Klark’ın, evet, hayır, no, yes türünden yanıtını beklemez görünerek, para bozdurulan yere koşmuştu!

"Nedir bu samimiyet, diye sordu kendisine. Sadık bir takipçi gibi ardına düşeceğini nasıl kestirmişti? Postacı Juhanna derken yeni bir Tanış daha! Kim gönderiyordu bu insanları?

"Evet, para bozdurup geri dönmüştü işte. Banknotlarını gizli yerdeki bez keseye yerleştirirken: “Estar listo, hazırım,” dedi “Torurist Camp’a şimdi gidebiliriz!” Kırk yıllık sırdaş sanki, gizli çıkınlarının Karls Klark tarafından görülmesinden korkmuyordu.

"Tanrı ve kendi adına, dürüst yorum yapması gerekiyormuş Kalrs Klrak’ın. Bu tebessümlerde sırnaşıklık yokmuş!

"Çalımlı bir poz kesme değilmiş sabah sabah karşısına çıkan Seyyah’ın bu davranışları. Bununla birlikte, dayanılmaz gibidir bu durum, diye içinden geçirdi. İçten geçenlerin, dışa sızması bir mim, bit tik olarak yansıma olasılığından ürkmüş gibi, mırıldandı: Yabancı yerde, yabancı bir çevrede olmak sevinç veriyor kişinin yüreğine, ve korku; çevrenin yabancılığından geliyor olsa gerek, diye anlamsızmış gibi söylenirken, Seyyah’a baktı.

"Sırt çantası omuzlarında kolları boşlukta sarkıyordu: 'Yo Costamos!' dedi yerinde capcanlı devinirken:'Kısaca, Don Carlos diye seslenebileceksiniz, ya, lütfen! Aile içinde bana Carlos, hatta zaman zaman Cos, Cos diye seslenirlerdi. Kalabalık bir ailem vardı! İkinci ara kuşak İngiliz sayılırım. Baba Guatemala beyazlarından, anne, bir plato muhaciri neyse! Esta ingles, Ben İngilizim,' sürdürdü: 'Haklısınız sevinçliyim ya! Mucho gusto en conocorse! Tanıştığıma memnun oldum!” gıdıklanır gibiydi..

“Karls Klark 'Ben,' dedi utangaç, çekingen birkaç mim yaptı. 'Bütün gece istemeden rüya gördüm! Yadırgadığım hareketli bir sahnede tuhaf bir rol için hazırlıksız bir aktör gibiydim,' dedi.

“Sıcak iklim insanları için bir durum söz konusu burda” diyerek, diyalog kurmaya çalıştı Don Carlos, bir tahmin yaptı: 'Siz İskandinavya belki Doğu Avrupa’dan,' dedi.

“Haklısınız, Mr Comos! Letonya, Estonya, Polonya, Rusya stepleri, İsveç. Nasıl anladınız? Tanıştık mıydı daha önce?

“Eh! İsminizi söylerseniz, tanışacağız!'

“Ben,' yineledi, 'evet, ben Karls Klark,' diyebildi sonunda.

"Büyük uğultulu insan seli içinde çok hızlı bir tanışmaydı bu.

“Uçakta aynı sıradaydık, birkaç koltuk.. Fakat, Comos değil, Carlos! Sizi anlıyorum galiba biraz şakacısınız! Sanırım, Atinalı Aristophanes’in hicivli komedileri, Comos şarkıları.. Bu, size bir çağrışım verdi. Beni onlara benzettiniz. Dionysos bayramlarında halk çılgınca şarap içtikten sonra tuhaf giyitlerle sokaklarda dolaşır, dans eder ve Comos şarkıları söylerdi.

“Comos şarkıları! İşitmemiştim,' diye söylendi Karls Klark.

“Her neyse farktmez!' diye yineledi. 'Carlos deyin bana, yeter! Baba ülkemden Carlos ismi bana heyecan verir!

"El sıkıştılar! Yeni tanış Don Carlos: 'Sevinçliyim.. şundan sevinçliyim..' vurgulu vurgulu anlatmaya koyulurken ilerlediler.

"Bir yığın insan arasında kendilerine yol açmaya çalıştılar. Bu gürültüde don carlos un sesi de anlattıklaı da işitilmez oldu. Fazla uzun sürmdi bu. Gelen yolcular, yazılı ikinci kapının önünde, oynak kamera ekranında onları yeniden görüyoruz şimdi.

"Karls Klark arkada, sıcak, nemli bir esinti içinde çok renkli bir kalabalıkla yüz yüze çarpştılar bir an. Kalın bir urgan, orada bekleyenleri zapt etmek için çıkışa gerilerek köşelere bağlanmıştı. Karşılayanlar kabarıp dalgalanmaktaydı."

Tekin SonMez, 'BenAras, Bilgelik Gizemi Hindistan,' Roman, Birinci Bölüm :' İnsanları Seveceksin Karls Klark,' s. 21-23, 3.basım, Nis Media Yay. İst. 2008, ilk basım mayıs 2005

17 Ağustos 2009 Pazartesi

BenAras, dünyanın göbeğine yolculuk; İkinci yazı

Hindistan,1997, foto by,Tekin SonMez

Değerli İzleyici,
Edebiyat sessizlik ister, diyerek BenAras romanından ikinci bir parça daha yayınlıyorum. Yazınsal metinlerle yakın ilişki çetin bir yoldur. Kolay olmasa da, Türkçe okur/yazarlar için zorunlu yoldur. Bu nedenle sırası geldikçe roman, deneme, öykü türlerinden örnekler sunacak, yazılım süreçlerinde yaşanan arkaplan verilerine değineceğim. İşte arkaplan; örneğin burada sunulan görsellikler, bu romanın yazıldığı günlerde, bu romanın yazarı tarafından çekilmiş fotoğraflardır. Sözü uzatıp sessizliği incitmek yok! Romanının taşıyıcı kişisi, bakın;işte Karls Klark, yeni bir parça ile bizleri de BenAras'a davet ediyor. T.S.

"Tren bileti satılan bir gişe önünde bulunduğunu gördü. Arkasında ucu bucağı kestirilemeyen bir sıra, sabırlı sabırlı beklemekteydi. Yanıt gelmeyince: What do you want, diye yinelediler..‘Ben mi,’ diyerek tuhaf bir şaşkınlık ünlemi verdi. Cam arkasında söylenenleri işitmekte zorluk çekiyordu. Paniğe kapıldı o sırada ve döndü, kendi kendisine sordu: ‘Why are you here?’

"Bilet ve para sokuşturulan aşağıdaki oyukta kulağını tutarak, göz ucuyla arkada bekleyen insan dalgasını görüyor ve elinde olmadan heyecanlanıyordu. Sırada yığın yığın bekleyen insanlar, donakalan Karls Klark’a: ‘What do you want,’ diyorlardı!

"Aslında Benaras Yolları’nda oluşunu unutmuş değildi. Fakat rüya ile gerçek arası içsel yolculuğun da zorlukları vardı. Sonuç olarak: ‘Neden buradayım’ derken, ölüme hazırlıksız yakalanmış bir ruh gibi hür duyumsuyordu kendisini! Bunun üzerine kendi kendisine sordu bir kez daha: ‘Why are you here?’Tren bileti satılan bir gişeye döndü; ‘Bana mı sordunuz,’ diye ekledi ardından.

"Başını yorgunca çeviren fakat gözlerini bilgisayarda bırakan biletçi M.Suresh Kumar: ‘Evet, size sormaktayım’ dedi, hafifçe homurdanarak. Gürleyip gelen jeneratör püskürtmeleriyle kentin soluk alıp verişi aralıksız işitiliyordu. Yineledi birkaç kez: ‘Niyetinizi tam açıklar mısınız’ dedi M.Suresh Kumar.

"Karls Klark’ın günlerden beri bilet için sıraya girdiğini ve beklediğini bilmiyordu. Bu nedenle homurdanmış olabilirdi.. ‘Sir’ dedi, ‘Benaras’a tren bileti, Varanasi.. evet.. Varanasi..’

"Buraya Benaras yazmışsınız! Dünyanın göbeği Benaras’a hiçbir zaman hiçbir tren gitmez! Oraya yürüyerek gidilir! Bunu size söylemediler mi?’ dedi homurdanarak.

"Bunu algılamıştı Karls Klark. Fakat beynine mıhlanıp kalan Benaras’ı söküp atamıyordu kafasından. Delikten geri itelenen kağıttaki Benaras ismine tıpkı Don Carlos gibi çok hızlı bir çizik attı. Varanasi adını yazıp geri iletti bunu. M. Suresh Kumar, değişik yolları deneyerek, geçişleri konaklayışları ile bir gün bir gece bir yerde bekleyerek devam edilen öteki seçenekleri, başını kaldırmadan, yüzüne bir kez bile bakmadan bıkkınlıkla sıraladı.

"Karls Klark, ardında sabırla bekleyen uzun sıraya bir göz attıktan sonra kulağını camdaki deliğe yapıştırdı. Anlıyordu; sunulan biletlere göre yedek olacakmış. Bilet satın aldığına göre, ne demekmiş, yedek, diye sordu. Yatıp uyuma, oturma açısından yedekmiş. Trene binebilecek, fakat şöyle ki kaç gün kaç gece gideceğini bilmediği bir yolda, oturma yeri olamayacakmış! Böyle küçük bir zorluğu aşacak güçteydi artık. Başka bir gün kendisini yine bilet gişesinin önünde buldu. Çünkü kendisine verilen yeni seçeneklerde, kestirmeden ve kolay, aktarmasız, dosdoğru yollar olduğu söyleniyordu. Dolambaçlı yollardan geçerek onu Benaras’a ulaştıracak biletlerle eskileri değiştirme olanağı onu itmişti oraya! Olayın cereyan ediş tarzı doğaldı. Oturma ve yatma yeri olmadan sahip olduğu biletin aslında ne olup ne olmadığını eni konu kavramış olmasına karşın, fakat yine de merak ediyordu. Karls Klark o gün yedek sırasının nerede olduğunu araştırmak üzere istasyona gitti. Bayan Rosamma danışma gişesinde bulunuyordu. Tanrının iyiliğine bakın ki: ‘Oy! Oy’ dedi, Rosamma; ‘bütün Hindistan’ı dolaştıktan sonra mı gideceksiniz Varanasi’ye?’

"Bunun üzerine Karls Klark, yer yer kirlenmiş panamasını terli başından çıkarıp ellerine aldı. Her sabah jiletle sinekkaydı traş alışkanlığıyla, kazınmış saçsız başını şefkatle okşayarak terini sildi, durup dururken bakıştılar. Rosamma ile olan bakışlarda öyle mahzunluk yardım dilenme falan yoktu. Ciddi, sert erkek bakışları vardı. Yedeklik sırasında Rosamma’ya göre herhangi bir gelişme görülmüyordu. Olacak gibi de değildi. Fakat bir çözüm de varmış bununla birlikte, en iyisiymiş üstelik. Kalrs Klark Hindistan yurtttaşı olmadığını kanıtlayacak bir pasaporta sahipse, pasaport numarasını da form kağıdının üstüne yazarsa bu kez kendisine kota adı verilen olanakla oturma, hatta uzanma, kuşetli numarası da hemen, o anda verilebilirmiş! Yabancılar için hiç zor değilmiş bu durum. Hindistan yurttaşı olmadığını kanıtlayacak yabancı pasaportuna pekâla sahipmiş! Fakat Karls Klark bir hindu imajı ile yaşıyormuş bir süredir demek ki. Kendisinin bir hindu yurttaşı gibi algılanması üzerine şaşkınlıkla derin hülyalara dalıverdi yine. Bereket bu sırada Rosamma, özel kırmızı bir gününde değilmiş. Renksiz gününde olduğu için agresif değilmiş. Sormuş; ne diyormuş bakalım yabancı hindistani seyyah bu son duruma? Rosamma sordu, sevecenlikle baktı! Sonunda daha fazla dayanamadı. Camın ötesinden işmarlar göndermeye başladı.

‘Şurayı geçip, içeriye benim yanıma geliniz’ dedi. Karls Klark, işte yine bir bayan, diye mırıldanarak söyleneneni yaptı; sağa sola açılan labirentleri ard arda gezinerek, Rosamma’nın iş yaptığı bölmeye girdi. Rosamma’nın eğildiği kompütere baktı.

"Rosamma’nın beklentisiz nazik tutumu, Karls Klark’ı yeni bir rüya dünyasına itmek üzereydi. Bu güzelliğe söylenecek söz yoktu! Ebruli çiçeklerle bezeli bir saree, boylu ve dolgunca bir beden.. Bilgisayar önünde kadınsı kıpırdayışlar, mırıltılarla nazlı nazlı verilen bilgiler.. ‘Neden bu dolambaçlı yolu seçtiniz,’ diye sordu. İkinci kez göz göze geldiler. Bir elektrik çakışması oldu.

‘Ben seçmedim,’ dedi Kalrs Klark, ‘Sahip Kompüter seçti!’
Fazla beklemedi Rosamma, yeni bir plan çıkardı; en kestirme yolu hem de en ucuzundan, zahmetsizce gidebilirmiş.. Rosamma güzel ve hoş olduğu kadar zeki bir kadındı, yardım konusunda cömertti üstelik, zamanı esirgemiyordu. Üç yeni başvuru formu ile üç yeni yolculuk projesi; tren nosu, tarih, istasyon ismi, pasaport nosu falan, eklendi ve ilerideki gişelerden birisine buyur edildi Karls Klark. Durumun böylesine hafiflemesi şaşaırttı onu.

"Karls Klark yük vagonları gibi işleyebilir olaylara Berlin’den atıldıktan sonra alışmıştı. Hatta düşkırıklığı verdi Rosamma’nın hızlı çözümü! Yedinci ya da sekizinci gişeler onun için servis yapabilirmiş bunu da öğrendi. Mahşersi kalabalığın arasından geçerek koştu. Gişelerin birisinin arkasında M.Suresh Kumar el ediyor; ‘ne oldu,’ diyordu. Eski biletlerle yeni yazılmış formlar, kaderin öreceği ağı beklemek üzere M.Suresh Kumar’a uzandı.

"Bir mucize daha oldu! Bay Wilson Yesudas camın arkasından gizli bir santrafor gibi uzanıp hamle yaptı. Eski biletlerle yeni yazılmış formları, ardından bir parmak darbesi ile önüne düşürdü.

"Bireyci bir tarzla kendisiyle paslaşarak, kağıtları masanın üstüne koydu Wilson Yesudas, bilgisayara, eski konusuna döndü. Biletlerini ve formlarını elden kaçıran Karls Klark, M Suresh Kumar’a doğru sonuçsuz hamleler yaparken, Wilson Yesudas; ‘bekleyin’ dedi ‘biraz işim var.’ Uzun sakallı, bıyıklı ve sert bakışlı Wilson Yesudas bir süre eski işlerine takıldı kaldı. Karls Klark’ı unuttu. Rosamma’nın güzel parmaklarıyla doldurulmuş yeni formlar, Wilson Yesudas’ın önünde duruyordu. Epeyce sonra: ‘Niyetinizi tam açıklar mısınız,’ dedi. Evet iyi huylu yaklaşımlar; yardımlaşma ve başa dönme zorluğu.. Karls Klark istemeden zaman tüneline girmiş oradan çıkamıyordu:

‘Niyetim orada yazılıdır, Sir’ deyiverdi.

"Formlar ve eski biletler Wilson Yesudas’ın elindeydi. Bu davranışını daha sonra etik açıdan düşünecekti. ‘Formda yazılıdır,’ sözü ile tartışmayı kesmişti. Fakat Wilson Yesudas’ı, kağıtlardaki bilgi bulamacına, bilmecelere benzer dolambaçlara yöneltmişti. Neden böyle yapmıştı? Ateşi mi vardı, yorgun muydu? Bilge sakalını kendisine huzurla yakıştıran Yesudas’ı formların derin kuyusundaki labirentlere neden itmişti?

"Yanıt veremiyordu Karls Klark kendi kendisine. Sonunda Bay Wilson Yesudas yorgun bakışlarını gizlemeden, bilgisayardan çıkarak Karls Klark’a yöneldi. Ardından Bay M. Suresh Kumar yaklaştı. Gişeler çözümsüz denklem sonucu kilitlenmişti. Öteden Rosamma koştu, şöyle ki saree’sinin omuzundan kaymasına ve güzel göbeğinin açılmasına aldırmayarak oraya geldi. Ardından öteki görevliler sökün ettiler. Cam fanusun, Çin Seddi arkasındaki bilgisayar merkezinde uğultulu fokurtular yükseliyordu.

"Kompüterlere aynı anda dalış ve çıkış süredurdu. Kesişme yerleri, aktarma istasyonları, bağlantılar, ranzalar numaralarıyla bulunup çıkarıldı. Böyle bir ruh ve beden değiş tokuşuna benzer uğraşıdan sonra gerçekleşmiş olan durumda bir sır vardı. Wilson Yesudas yorgun bakışlarıyla bilgisayardan çıkarak dedi ki: ‘Mr Klark, bu ülkede her şey kolay, bilgelik zor! Yolunuz açık olsun!’

"Benaras yolları, işte böyle açıldı Karls Klark’a, evet!

Uzayan bekleme sırasındaki insanların ayaklarının şiştiğini hiçbir görevli umursamadı. Çünkü günlerdir orada saatlerce ayakta bekleyen Karls Klark’ın da ayaklarında yaralar açılmıştı. Don Carlos’un verdiği çarıklar kırmızı renkteydi. Kan sızıntılarına kara ve sivri sineklerin tünemesi departmanda çalışanların güzel huzurlarını kaçırmaya başlamıştı. Ortada rüya falan da yoktu. Fakat bu nesnel hayat deneyimi ile elde edilen tren biletleri sonrası, tuhaf başka bir şey oldu.

"Bu kez Karls Klark Benaras’ta yaşıyormuşcasına değişik rüyaların içine düştü. Bunlardan birisinde Benaras’a varmıştı güya. Kocaman bir sandalla Ganj sularını bir uçtan öteye doğru kürekle çekmekteydi. Ganj, kaç yüzyıldan bu yana, güya bu sahne özlemiyle yanıp kavrulduğunu belli ederken, güneş doğuyordu!

"Bu seyirlik sahnede, bunları temaşa etmekteydi Karls Klark. Turuncu bir portakal gibiydi güneş! Bu ışıltı, doğu yönünden, ırmağı batı yakasına doğru çekip uzatıyordu.

"Sur benzeri sıralanan konutların üstüne, sonsuzluk duygusu gibi halis altundan bir varak rengi örtüyordu güneş. Ölüm ve ölümsüzlük halini çok derin bir mercekten, Karls Klark ilk kez orada, derin bir şaşkınlıkla seyretti nedense! Ganj’ın derin sularında, sabahın altun ışıklarını gönül huzuru ve sefa içinde kürek kürek bir uçtan öteye yorulmadan taşıdı.

"Ne olursa olsun, Benaras’da anlık/sürekli bir Benaras yaratma düşü, zor değildi onun için. Ganj, akarsu olmaktan çıkmış altun potasına dçnüşmüştü. Kesik rüyalardan uyandığı anlarda sonsuza gitmekte olan trenin, demir parmaklıklı bir vagonunun en üst ranzalarından birisinde Karls Klark kendisini görmekteydi sık sık.

(Sürecek...)

Tekin SonMez, 'BenAras, Bilgelik Gizemi Hindistan,' Roman, Bölüm Üç:'Dolunayda Aynalardan İbaret Kum Yolu,' s. 131-134, 3.basım, Nis Media Yay. İst. 2008, ilk basım mayıs 2005

11 Ağustos 2009 Salı

Edebiyat, yazınsal metin sessizlik ister ve Bilgelik Gizemi Benaras; İlk yazı

Hindistan,1997, foto by,Tekin SonMez

Değerli İzleyici,
Edebiyat, yazınsal metin sessizlik ister, üstbaşlığı var yukarıda. Bu başlık konusunda fazladan bir açıklama gerekmiyor. Tekin SonMez'in 'BenAras' adlı romanından bu parçayı sessizlik içinde sunuyorum. Bu blog çok uzaklardan sizlere yaklaşmak, sessizliğin sesi ile varlığını sizlere duyurmak için, konumundan ötürü belki de hep sessizlik isteyecek. Sessizliğin sesi ile sevgi, içtenlik.

"Karls Klark Madurai’de ne kadar zaman eyleşti? Bunu kendisi de hatırlayamıyordu kesinlikle. Odasına açılan mini balkona çıktı, çevrenin gürleyip duran hayat ritmine göz atarken dalıp gitti. Şurası tartışmasız sahihti, Madurai’den sık sık yollara düştü. Sırt çantası ile yorgun adımlar eşliğinde Karls Klark’ı, Benaras Yolları'nda gördü.. Altı katlı Alavai Hotel binasının en üst yüzeyine, bir teras gibi dümdüz ve bomboş, terkedilmiş doruğuna tırmandı arada bir. Buradan kentin sağlıklı bir nabbız gibi vurup duran halini seyre daldı ve kendisini, ıpıslak terli giyitlerle yollarda gördü yine.. Ateşlerle yanan bedenine sığınmış zihinsel dünyasında sırtüstü dinlenirken, kendisini Benaras’a giden bir tren ranzasında yüzüstü uzanmış, sayıklama içinde horul horul uyurken yakaladı.. Zihinsel dünyasına sığınmış ateşler içinde yanan bedeniyle, kimileyin tren düdükleri arasında kurulmuş bir hamakta uyuduğunu sandı.. En üst ranzada evet, sırt çantasını başının altına yastık yapıp uzanmıştı ve rüyalar arasında gidip geliyordu böyle anlarda.. Karls Klark’ın, binmeyi başardığı tren dünyanın göbeği olan Benaras’a bir türlü ulaşamıyordu.

"Ardı arkası kesilmeyen konaklama bekleme sıralarında aşağıya iniyor, istasyonların kadim taşları üzerinde voltalar atarak sadece anlık kesitle bulunduğu yeri değil, bütün Hindistan’ı arşınlaya arşınlaya seyrediyordu oradan. Hatta bu konaklayış yerleri şenliğe dönüşüyordu sık sık. Şöyle ki trenden aşağıya taşınan sepetler, torbalar, çantalar biraz ötede açılıyor ve günlerce kapalı demir kepenkler arkasında kilitli kalmış yolcular piknik yapma zevkini neşeyle yaşıyorlardı. İstayonlardaki tek tük ağaç altları saree giyimli bayanların yeğlediği, oturup dinlenerek tren hareketlerini bekledikleri yerlerdi.

Yeğin el’li, güzel; gözalıcı renklerle donanmış saree giyimli bayanlar, ağır, değirmi kalçalarını bu tür konaklama ile toprağa huzurla bırakıp haldır haldır çalışmaya başlıyorlardı.

"Açılan çantalardan, günlece önce hazırlanmış, binbir özenle paket yapılmış nefis kızartmalar, iştah açıcı kokular, geleneksel safran ve baharatların tarçın kokulu olanları, efsunlu tılsımlarla sarmalanmış acılı yiyecekler, hızla açılıp; göbeklerini kaşımaktan yorulmuş ciddi bakışlı, somurtkan erkeklerin önüne sürülüyordu nazlı nazlı. Bu anlarda, örüklü saçlarından omuzlara kaymış ince ipeklerden saree’ler, kınalı parmakların işvesiyle baş üstüne çekilip bırakılıyordu. Boyunlarını yanlara, ceylanlar gibi bir edayla savura savura, yaylandıra yaylandıra kıpırdatan bu karılar, eşler, anneler, ablalar; özellikle erkeklerin gözlerinde bir dirhem mutluluk ışıklarını araştırırken, Karls Klark’ın volta atan yalnız varlığını görmüyor, dönüp ona bakmıyorlardı.

Önlerine getirilen yemekleri sağ elleriyle avuçlayıp ağızlarına taşıyan çatık kaşlı, ciddi yüzlü kocalar o sırada trenden işitilecek bir kampana ya da haber düdüğüne olasıdır ki çığlıklara kulak vermiş olduklarından, kadınların nazlı nazlı gerdan kırmalarının ayırdına varmaktan uzak başka bir dünyada yaşıyorlardı.. Çünkü tren birkaç kez iç çeker gibi oflayıp poflayarak düdük öttürdükten sonra, ağır aksak vagonlarını toplayıp gitmekteydi. Bu nostaljik bekleyiş ve konaklayış anlarında, Karls Klark’ın elinde olmayan bir idefiks, fikri sabit bir takıntı biteviye tek noktayı anımsatıyor ve bu bir tümceye dönüşüyordu: Bütün yollar Benaras’dan geçer mi? bu konuda kendisine yanıt verecek kimse yoktu açıkcası.

"Bu bekleme sıralarında istasyonların taşlarını, ayakaltında gıcırdayan kumlu zemini arşınlıyor, döneceği an çevreyi kolaçan ediyor ve sendeleyerek adımlarını sürdürüyordu yine. Kimileyin yarım ayak boyu yer değiştirmemiş olan duruşu ile içindeki düşsel hülyalarda yaşıyor, fakat o anlarda ıpıslak terli urbalarıyla yollarda buluyordu kendisini yine. Kimileyin geniş açılarla voltalarını atıyor ve bunlar sonsuza uzasın istiyordu sevinçle. Oysa trenlerin de öten düdükleri vardı! Hemen oralarda eski masallardan kaçırılmış dökme pirinç çan sesleri, kondüktörlerin keskin soluklu düdüklerinden fışkıran tükürüklü çınlayışlarla birlikte; yeşil, kırmızı ışıklar çakıştıran beli bükük güngörmüş makasçıların fenerleri, tren ağır katarlarını çekip gitmeden önce zuhur edecekti. Vagonların pencereleri demir parmaklıklı olduğu için, hareket anında bu pencerelerden içeriye girme şansı yoktu. Tren hareket eder etmez, kapıların demir parmaklıkları da konduktörler tarafından taşınan şangırtılı anahtarla kilitleniyordu.

"Bir gün, Benaras yollarının uzunluğunu umursamaz oldu. Ardı arkası kesilmeyen rüyaların kimisinde, kendisini bilet sırası beklerken istasyonlarda buldu.

"Felsefi içerikle dolu yeniden tasarımların doruk noktalarıydı sırada bilet almak için beklediği süreler. Bu sezgi zenginliğiyle bezeli bekleyiş anlarında, ünlü Benaras Mektupları’nı yazardı. Kafasını, zihnini bu işle görevlendirirdi. Tanış Ben Bond’a gerçi kesin söz vermemişti yazma konusunda fakat Hindistan pulu ile yola çıkacak birkaç satırcık cafcaflı söz içeren mektuplar, Ben Bond’u mutlu edebilirdi. Üstelik yorumlar içeren betimlemeler yerine, kendi içindeki Benaras’ı, kendisi için bir ucundan tasvir etmeye koyulabilirdi zevkle. Bilet beklemenin zevkle uzadığı bir anda, o güne dek usuna gelmeyen bir şeyin ucun ucun kafasında kıpırdayışını sezdi. Kaç çeşit Benaras var? Diye sordu kendisine.

"Böyle tuhaf hülyalara dalıp kendini unutuyordu bekleme sıralarında. Kurgulara fazla yer vermeden, her şeyi oluruna bırakıyor, doğaçtan gerçeğin özüne sokulmaya gayret ediyor, zorlamanın yararsızlığını bilerek, orada yere çakılmış gibi sabit durarak hiç ileri gitmediğini sandığı halde, apansızın kendisini bilet satılan gişenin önünde buluyordu."

(Sürecek...)

Tekin SonMez, 'BenAras, Bilgelik Gizemi Hindistan,' Roman, Bölüm Üç:'Dolunayda Aynalardan İbaret Kum Yolu,' s. 122-124, 3.basım, Nis Media Yay. İst. 2008, ilk basım mayıs 2005