15 Mart 2011 Salı

Ayla ve onun doğum günü ile ilgili bir mektup... Bir edebiyat örneği olduğu için yayınlıyorum.

Masalcık görüntülü bir mektup geldi. Bir de fotoğraf geldi. Bu ikiliyi mektup ve görsellik örnekleri olarak yayınlıyorum.

Değerli İzleyici,

Mektup kısaca şöyle başlıyor! Evet! Bu doğum günü mektubunu, ilişikteki fotoğrafı da unutmadan birlikte izleyelim.

“Sayın Editör, tekinsonmez.blog Sayın Yönetmeni,

‘Bellek dağarımda; mektup yazmak kendinden dışarı çıkmaktır, tümcesi titrek bir mum ışığı altında silinip beliriyor, sözcükler beni aralarına almış oynak gölgeli titreşimlerle uçuşuyordu; ben miydim, onlar mıydı uçuşup duran, diye düşünüyordum o sırada.

‘Sanrı! Şöyle ki eski sözcükle hezeyanlarla mektup yazdığım bir gündü, kendimden dışarı çıkmış ve bir daha geriye dönememiştim. Aradan geçen günler e-post kutusunu bile fark etmemiştim. Mektupla dışa açılma eylemindeki sözcükler kandırmacalarla savrulduğu anda bir fotoğrafın da benimle uçuştuğunu gördüm.

‘Bu, sanal bir sonsuzlukta, sanrılar içinde hem nesnel sonlu bir sıkışıklıkta yani, kırılan ışıkların yanılsamalı yansıyışında kendimi de gördüğüm andı. Yaşam bir yanılsamalar dünyası bir yansılama serüveni olabilir miydi, yansıyan kimdir diye düşündüm.

‘Böyle bir boşlukta; ‘göndericiyi tanımıyorum.. Stockholm’de unutulmuş bir evden geldi,’ diyerek bana bırakılan mektup ve birlikte sunulan görselliklerle bir de isim vardı. Ayla! Evet! Ayla!

‘Başka yaşamlarla da ilintili olduğu halde, ve nedense tümüyle silinip yiten bir hayattan geriye kaldığı söylenen o cıvıl cıvıl nesnelerden; ‘ceviz kabuğu, mini kurbağa, heykelcik alçı, sütbeyaz cama çizilmiş gözler..’ işte böyle yanılsamalı nesneler dünyasından yola çıkarak bir anda elleriyle bana dokunan bu fotoğraf oldu.

Evet! İşte bu nesneler dünyasına çağrılar yapan; ‘Söz konusu edilen Ayla,’ diye bir de not vardı.

‘İşte Ayla böyle bir günde geldi; ‘Mektup yazmak kendinden dışarı çıkmaktır,’ tümcesini iterek, titrek bir mum ışığı altında silinip beliren tüm e- post iletilerini geriye iterek evet; evet ileriye, öne çıkan bir fotoğrafla bir düş esini gibi Ayla adında bir görsellik savrulup ekrana düştü. Bu bir düştü! Tuhaf değil mi! ‘Titrek bir mum ışığı altında yüzüme doğru savrulup düşen bir düş...

‘Ben bu düşü tuttum, tuttum değil de uçuşan bu düşe tutundum. Köklerinden uzak bir ülkede yaşamak gibi mektup yazarken insan kendisinden uzaklaşır sözünü, o an unuttum. Bu kez böyle oldu.

‘Uzaktan, çok çok uzaktan; ‘yarın daha güzel olacak’ sesiyle ve Ayla görüntüsüyle bu kez koşan bir başka cıvıltı, ‘yapboz’ oyununun boş yerlerini doldurduğu sırada, dalgalı ekranda gözlerime yansıyan Ayla’ya bakıyorum.

'Siz de şaşmadınız mı buna, ben çok şaşıyorum.

‘İlkin evet, Ayla’nın fotoğrafı; oynak gölgeli titreşimlerle sözcüklerin uçuştuğu andı. Onların arasına karışarak uçuşan ve doğum günü armağanı olarak bana ulaşan Ayla’nın fotoğrafı bu. Onu tanıyorum!

Güya benim doğum günümmüş! Ben, Ayla’nın doğum günü diye bakıyorum bu fotoğrafa oysa. Bu da çok tuhaf!

‘Şaşkınlıkla Ayla’ya bakarken; nasılsa o boşluklardaki kimi sözcüklerin oynak/gölgeli titreşimlerle uçuştuğu sanal dünayada kendimi ararken, Ayla’nın benimle uçuştuğunu ve bana bu yeni dünyada bir yer ayırdığını sezinliyorum; şöyle ki minicik ses tınılarıyla bir aynadan bana yansıyışını, farklı bir mercekten, farklı bir serüven açısından hem kendimi, hem “yapboz” oyunu gibi yaşamı ve Ayla’yı izliyor ve yaşama teşekkür ediyorum. Hoş geldin Ayla!

Bu mektubun ve fotoğrafın yayınlaması durumunda size kamu önünde açıkça teşekkür ediyorum Sayın Editör.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 15 Mart 2011, Stockholm

26 Şubat 2011 Cumartesi

Gılgamış da beş bin yıl önce bunun peşinden koştu. Immortality and art! Ölümsüzlük ve sanat! Why art is immortal? Sanat neden ölümsüz?

Ölümsüzlük! Sanat ve ölümsüzlük... Sanat neden ölümsüzdür?

İnsanlık ölümsüzlük peşinde düş görüyor.

Bundan olacak, ölümsüz sözü çıkar karşımıza kimi olaylar ya da kimilerinin dünyasal varlıkları için.

Bu konu çok su götürür evet, fakat ölümsüz olan nedir? Birlikte düşünelim.

Değerli İzleyici,

Siyaset, sanat, kişileri olduğu gibi, inanç ve din açısından kimi durumları, olguları toplumlara onaylatan ve toplumları yönlendiren kişiler de ölümsüzlük zırhı ile donatılır.

Örnekse İsa/Jesus ve Buddha bunlardandır. İnanç ve din açısından ölümsüzlük konusu her yerde vardır.

Tartışılmaz bir olgudur bu. Kaldı ki inanç tartışma konusu oluyorsa, orada yaşam alanları da tartışılıyor demektir.

İster Jesus, ister Buddha.. bu mavi gezegenin sonuna dek bazı insanlar için ölümsüzlükleriyle insanlığın bellek dağarında yaşayacaklar. Belki, insanlık başka gezegenlere de taşıyacak, götürecektir onların ölümsüzlüklerini.

Öte yandan, ölümsüz sözü sanat cephesinde çok az kişi için kullanılır. Ergiyen süre, akıp geçen yüzyıllar bir dönem ışıltı saçan kimi sanat okulları da müzelik konuma ulaşır.

Sanat okulları bir yanlarıyla, 'talep arz' yasalarına göre şekillenir ve sürer ve moda dalgalarına göre ilerler ya da bir süre için sahneden iner ve belki geçici olarak bellek siler.

Bu okullar yenilik adı ile yerlerini başka akımlara bırakırlar.
Genel açıdan sanat, akarsu yatakları gibi, böyle bir diyalektik gerçeklik yatağında, akar gider. Su kaynakları kuruyunca, su tükenince ırmak adı alan olgu da yok olur.

Sanat da böyledir! Işıltılı sanat okullarının en önde gelenleri de tek tek tozlu müze depolarında yer bulur gün gelince.

Fakat sönmeyen ışıltılarıyla kimi sanat eserleri dünya durdukça yaşayacak. Onlara ölümsüz demek nasıl olur?

Ayrıca siyaset adamlarının sanatla barışık olmayışları da bu açıdan düşünülebilir mi? Sanatın ölümsüzlük sırrı, gizi nedeniyle mi, siyasetçi bunun için mi sanatçıya karşı durur?

Sanat nedir ve sanatın ölümsüzlüğü olur mu diye tartışılır!

Ölümsüzlük tanrılara özgüdür, diyenler de vardır. Ne eksik ne fazla, orta bir yol; sanatın ölümsüzlüğü mavi gezegenin ve insanoğlunun ölümsüzlük sınırları kadardır.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 26 Şubat 2011, Stockholm

Fotoğraf; kendi objektifinden Tekin SonMez, Benaras adlı romanı yazarken, 1995 Hindistan, Tamil Nadu.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Ankara romanı... Erken yükselen bir yüksek atlama kulvarı ve ön taraf açık koşun, koşun..; Dokuzuncu yazı

Ankara romanı nasıl yazılır? Herhangi bir Ankara romanı evet.

Seksen yıla sığdırılmış bir insan ömründen nasıl söz edebiliriz?

Böyle yalın bir soru var! Bu kişi kimdir?

Yine yalın bir soru yanıt geldi! Bir köy çocuğu, diye bir yanıt işitildi. Fakat hızlı bir temel eğitimle erken yükselen bir yüksek atlama kulvarı da var, diye öteden bir ek yanıt verildi.

“..erken yükselen bir yüksek atlama kulvarı..” Bu demek..

Hıımmm! Demek öyle! Konuyu merak ediyorum. Çok ilginç!

Şöyle ki hem yüksek atlayan bir insan ve erken yükselen bir koşu mesafesi, demek istediniz sanırım. Çok ilginç! Nasıl olacak merak ediyorum doğrusu.

Şöyle açılalım, kırlara çıkalım! Siz atletizm yaptınız mı?

O da nesi? Atletizm, yapmadım! Fakat izlemeyi severim.

Peki tamam! Bir dekatlon koşusu var! Çıkışta koşu parkuru dikleşiyor kısa bir mesafe, fakat yokuş biraz ve hemen arkasında bir atlama çıtası var.

Nasıl bir atlama? Üç adım atlama mı, tek adım atlama mı?

Hayır! Hayır! Yüksek atlama... tam bu işte. Şimdi birlikte başa dönüyoruz. Kısa bir çıkış pisti fakat yokuşa doğru koşuyor ve çok geçmeden yüksek atlama yerine varıp atlıyor, başarıyorsanız gidiyorsunuz.

Başaramazsanız ne olacak? Orada mı kalacaksınız?

Başka şansınız yok! Sıfır hata ile bu şans verilmiş. Köy çocuğu olarak orada kalacaksınız! Gitmeniz için işte şu; “..erken yükselen bir yüksek atlama kulvarı..”nı düşmeden geçeceksiniz. Geçtiniz mi, ön taraf açık koşun, koşun...

Düşme, takılma, herhangi bir yöne bakma falan yok mu?

Yok! Tek şans sıfır marj hata ile en iyi koşu bu olacak!

En iyisi demek! Bundan sonrası daha kolay mı demek?

Belki! İlk elemede sıkı gözenekler kondurulmuş özellikle. Bir şey daha! Hızlı olmak! Tamam, düşmek yok fakat hızlı...

Türkçe bir benzetme verebilir misiniz? Zor bir koşu bu!

Şöyle, 'iğnenin deliğinden geçmek' bu bir. İki; gözden kaybolmak! İğnenin deliğinden geçtiniz, gözden hemen kaybolacaksınız! Sizi bulamayacakları bir yer... böyle olsun!

Çok zorlu bir yarış! Fakat 'gözden kaybolmak,' bu neden?

Çokluk tam tersi olacağı sanılır! Fakat başardınız mı, iş yeni başlamış demektir! Bundan sonraki parkurda sizi düşürmek isteyenlerle koşacaksınız çünkü...

Bu neden? Düşürmek isteyenlerle koşmak, bu neden?

Bir; koştuğunuz halde, koşmamış gibi geri döndürebilirler. İki, ötekilerinden daha öteye gitmeniz de istenmez ki...

Bu kişi.. kişiyi ve konuyu biraz renklendirir misiniz?

Bakın! Bir fotoğraf var en üstte, bunu birlikte okuyalım!

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 19 Ocak 2011, Stockholm